14 Kasım 2019 Perşembe

MEDUSA EFSANESİ 




Medusa, yaşamına çok güzel bir genç kız olarak başlamıştır. O kadar güzeldir ki tanrıçaların kıskançlığını üzerinde toplamış, tanrıları da peşinde koşturmuştur. Özellikle Tanrıça Athena (Zeus'un en çok sevdiği kızı) onu çok kıskanmaktadır. Denizlerin tanrısı Poseidon ise Medusa'ya hayrandır. Başı öylesine dönmüştür ki bir gün Athena'nın tapınağında Medusa'ya zorla sahip olur. Bu durumu kendisi için aşağılayıcı bulan Athena, Medusa'yı gorgon yaparak cezalandırır. Gorgonlar, Yunan mitolojisinde keskin dişli, saç yerine başlarında canlı yılanlar olan, dişi canavarlar. Efsaneye göre gözlerine bakanı taşa çevirirler. Üç kız kardeştirler; Medusa, Euryale ve Stheno. 


PEGASUS VE CHRYSAR DOĞUYOR 



Medusa böylece çok çirkinleşmiş, saçları yılana dönüşmüştür, yüzüne bakanlar taş kesilmektedir. Medusa insan olduğu için ölümlüdür. Athena Medusa'yı gorgon yapma cezasını az bulur ve Perseus'la iş birliği yaparak Medusa'nın başını kestirir. Başı kesildiği anda Medusa'nın Poseidon'dan olma çocukları Pegasus ve Chrysar gövdesinden dışarı fırlarlar. Medusa'dan sıçrayan kan damlaları Libya çöllerine düşer ve birer yılana dönüşürler. Daha sonraları bu yılanlardan biri Mopsus'u öldürmüştür. 

Perseus, Medusa'nın kesik kafasını alır gider. Athena ise Medusa'nın derisini yüzüp Aegis'in markası yapar. İki damla kanını kral Erichthonius'a hediye eder. Bu iki damla kandan biri öldürücü zehirdir, diğeri ise panzehirdir ve tüm hastalıklara deva olmaktadır. 


KÖTÜLÜKLERDEN KORUYAN MEDUSA BAŞI 


Günümüzde Didim'deki Apollo Tapınağı'nda ve İstanbul'da Yerebatan Sarnıcı'nda Medusa figürleri bulunuyor. Apollo Tapınağı'nın yapımında Medusa heykelleri kullanılmak istenmiş ne var ki tapınağın inşaası bir türlü bitmediği için bir çok Medusa figürü yarım kalmış ve günümüze bu şekilde ulaşmış. Yine de en güzel işlenmiş ve günümüze korunak gelmiş Medusa figürlerinden birisi Didim'deki Apollo Tapınağı'nın bahçesinde ziyaretçilerini bekliyor. Burada yarım kalmış Medusa figürlerini görmek de mümkün.  
  
Yerebatan Sarnıcı'ndaki Medusa figürleri ise sarnıcın kuzeybatı köşesindeki iki sutunun altında kaide olarak kullanılıyor. Bu iki Medusa başının IV. yüzyıla ait oldukları sanılıyor. Bu başların hangi yapıtlardan alındığı bilinmemekle birlikte Genç Roma Çağı'na ait antik bir yapıdan sökülerek buraya getirildiği ve sarnıcın inşaatında salt sütun kaidesi olarak ihtiyaç duyulduğu için kullanıldığı araştırmacılar tarafından kabul görüyor. 

Yerebatan Sarnıcı'ndaki iki Medusa başından biri ters diğeri de yan olarak sütun kaidelerine yerleştirilmiş. 

Medusa başı eski Bizans'ta kılıç kabzalarına ve sütun kaidelerine ters ve yan olarak işlenmiş ve böylelikle kötülüklerden korunulacağına inanılmış.  

HERKÜL, HERAKLES , THESEUS kadar bilindik olmasa da yine onlara nazaran bilindik bir kahraman. Denizlerin tanrısı Poseidon tarafından tecavüze uğradığı için yılan saçlı ve kendisine bakanı taşa çeviren bir canavara dönüştürülen, ardından da tanrıların desteğiyle yola koyulan kahraman  Perseus tarafından başı kesilen kötü kadın Medusa’nın başından geçen olayları yansıtmaktadır.  


Son dönemde sosyal medya ağlarında, Arjantin-İtalyan sanatçı Luciano Garbati, tarafından hazırlanan bir “Medusa” heykeli dolaşıyor. Ve bu heykel, Floransa’daki Signoria Meydanı’nda sergilenen, heykeltıraş Cellini’nin yaptığı, Medusa’nın kesik başını elinde tutan Perseus’un “zafer” tasvirini reddediyor! Garbati’nin yorumunda; Medusa’nın elinde Perseus’un başını görüyoruz! Kendisini savunmak için aynı şeyi Perseus’a yapmak zorunda kalan bir Medusa. Perseus’un aksine Medusa’nın yüz ifadesine bakınca zafer ve gurur değil sadece kendini savunmak için savaşmayı seçmekte kararlı ve öfkeli bir Medusa görüyoruz. Bu Medusa imajı, bize, şiddet gören kadınlardan ziyade kendini savunmayı seçen kadınları hatırlatıyor. Medusa hem tanrıların hem de insanların kurbanı olmuştur.  Medusa imgesi, kadın öncülüğünü taşıyan yeni anlatıların ortaya çıkmasına sebep olmuştur.  

Medusa  1970’li yılların ortalarından beri feministler için ilham kaynağı olmuştur.  Sanırım heykel araştırması yaparken ben de feminist oldum.  

Onu, tecavüze uğradıktan sonra ve Perseus ile savaşırken hayal etmeye çalıştım. Kararlı ve öfkeli olabileceğini düşündüm ama sadece bir cevap olarak, çektirdiği acıdan gurur duymadan. Onun, sakinleştiğini, sınırı aştığını fark ettiğini hayal ettim. Kendisini savunma içgüdüsü, feminist bir davranış olarak görülebilir ama bence öyle değil göstermiş olduğu empati duygusudur. Hepimize daha fazla adalet ve eşitlik sağlayan değişikliklerin peşinden gitmenin hâlâ mantıklı olduğunu gösteriyor. Umarım hepimiz tüm dünyayı bir arada tutmuş oluruz. 


Medusa imajı, eğer toplumun dengesiz yapısında, gücün yeniden dağıtılmasına herhangi bir şekilde katkıda bulunursa bu beni çok mutlu eder. Bir şeyleri gerçekten değiştirmek istiyorsak, her şeyi yeniden gözden geçirmek, arkasında durmamız gereken şeyler için ayağa kalkmak büyük bir cesaret istiyor. Ancak feminizm, hepimize empatinin hâlâ mümkün olduğunu gösteriyor. Ve inanıyorum ki etkili değişimler için ipuçlarından birisi bu.   



Medusa Heykeline ilk baktığım zaman altından bu kadar derin konuların çıkmasını hiç beklemiyordum. Hikayesini araştırdığımda beni gerçekten çok etkiledi.  





Dante ve Virgil Cehennemde







Klasik Bouguereau eserlerini bilen bilir. Romantizm akımının eşsiz eserlerini üreten Bouguereau, Dante ve Virgil Cehennemde tablosu ile sınırlarını aşmıştır. Aslında Bouguereau’nun bu eseri yaratmasındaki temel sebeplerinden biri romantik eserlerle istediği başarıyı elde edememiş olmasıdır. Bouguereau, henüz daha 23 yaşındayken ve sanat okulundan yeni çıkmış genç bir ressamken sergilediği Ölüm Karşısındaki Eşitlik eseriyle 1848’de katıldığı Roma Ödülü’nü (Prix de Rome) kazanamamıştır. Diğer bir sebebi ise 1848 yılında resmettiği Ölüm Karşısındaki Eşitlik (Equality Before Death) eserinin ötesine geçmek istemesidir.










Paris’te bulunan Orsay Müzesi’nde sergilenen Dante ve Virgil Cehennemde tablosu 1850 yılında resmedilmiş olup dönem olarak 19. yüzyıla aittir ve akım olarak Akademizm’e aittir.
Bouguereau, tablonun adından da tahmin edebileceğiniz gibi eserin konusunu Dante Alighieri’nin eşsiz eseri olan İlahi Komedya’dan almıştır. İlahi Komedya’da Cehennem, Araf ve Cennette 7 gün sürecek gezintiye çıkan Dante’nin hikayesi anlatılır. Bu eserde de gördüğümüz gibi Dante’nin Cehennem’deki bir günü anlatılır.





Tablonun hikayesine gelecek olursak, eserde dokuz katlı Cehennem’in en derinlerinde bulunan sekizinci katı resmedilir. Sahtekar ve ikiyüzlü insanların cezalandırıldığı bu katta insanlar birbirlerine saldırmaktadır. Eserde Dante ve Virgil, bu günahkar ve saldırgan insanların tam ortasında durup iki insanın birbirine saldırmasına şahit olur. Bu insanlardan biri Tanrı karşıtı olan simyacı Capocchio’dur. Onu boynundan ısıran Gianni ise sahtekarlıkla miras sahibi olmuş biridir.




Bouguereau’nun bu tabloda şiddeti ve ondan doğan korkuyla acıyı tüm çıplaklığıyla resmedebilmiştir. Ön plandaki iki karakterde de gördüğümüz abartılı kaslar, zıt düşen gölgeler ve pozlar sanatçının kendini aştığının bir göstergesidir.

Semadirek Kanatlı Zaferi




Antik çağdan günümüze ulaşan en önemli heykellerden olan Semadirek Kanatlı Zaferi veya Semadirekli Nike M.Ö. 3.yüzyıldan kalma heykeldir ve 1884 yılından beri Paris'teki Louvre müzesinin girişinde görkemli bir salonda sergilenmektedir.




Helen döneminin en önemli ve güzel örneklerinden biri olarak kabul edilen heykelin, heykel sanatı başta olmak üzere Batı sanatını büyük ölçüde etkilediği düşünülmektedir.Kanatlı Zafer Anıtının kesin kökenleri bilinmemektedir. Arkeologlar ve sanat tarihçileri yaşını, amacını ve konusunu tespit edebilmek için heykeli kapsamlı bir şekilde incelemişlerdir. Louvre'a göre eser büyük ihtimalle M.Ö. ikinci yüzyılın başlarında Kıbrıs zaferinini simgelemek üzere Yunan adası olan Rodos'ta, Poros adasının özel mermerinden halk tarafından yapılmıştır.Bu, yaratılışını Helenistik dönemin odak noktası haline gelmesini sağlamıştır.

5.50 metrelik heykel,Yunan Zafer Tanrıçası Nike'yi tasvir etmektedir. Islak ve rüzgarla savrulmuş kumaş vücuduna yapışmış kanatlı figür bir geminin önüne doğru adım atmış ve tarihçilerin başarılı bir deniz savaşını anmak için yaratıldığına karar vermesinde öncü olmuştur.


  Heykelin keşfedilmesi Fransız diplomat ve amatör arkeolog olan Charles Champoiseau tarafından 1863 yılının Nisan ayında gerçekleşmiştir. Charles gemiyi oluşturan 23 bloğu yeniden birleştirirken şekli aynı bulduğu gibi temeli, gövdesi, bacakları ve sol kanadı olmak üzere üç parça halinde klasik antikaların Craytid Room'da toplandıkları Louvre'a göndermiştir. Müze sonradan heykele alçı kanadı eklemiştir. Ancak baş veya kolları yeniden yaratmayı tercih etmemiştir. Champoiseau'nun parçalamış figürü keşfetmesinden yaklaşık 90 yıl sonra Avusturya'dan gelen arkeologlar, Nike'nin sağ eli de dahil olmak üzere eksik parçaları ortaya çıkarmışlardır. Bugün parçalanmış el 1883'ten beri Kanatlı Zaferin sergilendiği Louvre Daru merdivenin tepesinde bulunmaktadır.

  Kanatlı Zafer de diğer Helenistik heykeller gibi doğal anatomisi ve gerçekçi hareket tasviri ile büyük beğeni toplamakta ve takdir edilmektedir. Hareketli bir beden ortaya koymak için sanatçı Nike'ı asimetrik bir duruşta konumlandırılmıştır. Contrapposto (denge ağırlığı) olarak bilinen bu poz, gerçekçi ağırlık dağılımı ve bedeni S şeklinde şekillendirmesi ile hareketi ifade eder. Hareketi belirginleştirmeye yardımcı diğer unsur ise figürün vücudu boyunca örtülmüş damgalanmış kumaştır.
Bugün Semadirek Kanatlı Zaferi dünyadaki en ünlü heykellerden biri olmaya devam etmektedir. 19. yüzyılda Louvre'de sergilendiği günden beri bir çok sanatçıya ilham vermiştir.



Kanatlı Zaferden ilham alınarak yapılan yorumlar eserin ruhunu yakalasa da hiçbiri orijinali kadar etkileyici ve cezbedici olamaz.


Özge Okay

Düşünen Adam Heykeli Üzerine

___________________________________________



Düşünen Adam Heykeli, şüphesiz ki heykel denince aklımızda canlanan ilk eserdir. Hatta bazılarımız “sanat” kavramını sadece bu heykel üzerinden yorumlar. Peki herkesin az çok bir fikir sahibi olduğu bu düşünen adam kimdir? Bu heykel neyi simgeler, hikayesi nedir? Onu diğer sanat eserlerinden ayıran ve bu kadar ünlenmesini sağlayan şey nedir? Ve asıl soru, yaklaşık bir asırdır neyi düşünmektedir?

Francois Auguste Rodin




Heykeli anlamak için öncelikle heykeltıraşı tanımak gerekir. Heykeli yapan kişi modern heykelciliğin babası sayılan Francois Auguste Rodin’in (12 Kasım 1840 - 17 Kasım 1917) kendisidir. Eserlerini, belli bir sanat anlayışı veya sanat kuralına bağlı kalmaksızın kendi doğrultusunda yapmış ve çoğu eserini tamamlamamıştır. Bu nedenle en çok eleştirilen sanatçılardan biridir. Heykellerindeki anatomik yapı insanı hayrete düşürür. Özellikle kadın ve genel itibariyle de insan bedenini kusursuz bir gerçeklikte betimlemiştir. Vücuttaki her bir kemiği, kası ve kıvrımı gerçeğe en yakın halde işlemiştir eserlerinde. Ayrıca klasik ve sıradan pozlar yerine daha canlı, kıvrımlı ve dinamik pozları işlemeyi tercih etmiştir. Eserlerinde insan bedenini adeta yeniden yarattığı için ona “Tanrının Eli” de denmiştir.




Eserlerinde sürekli olarak acı, aşk, hüzün vb. duygulara dayalı temalara değinmiştir. Bu sayede onun hayatı ve kişiliğinden çıkarımlar yapmak mümkün. Sanattaki mükemmelliğinin yanında enteresan bir kişiliğe sahiptir Rodin. Öğrencisi olan Camille Claudel ile yaşadığı fırtınalı ilişkisiyle de ünlenmiştir. Ufak bir alıntı:
“Düşünen Adamın asıl yaratıcısı olan Auguste Rodin’in yaşamı boyunca kadınlarla ilişkileri hep inişli çıkışlı olmuştur. 1883 yılında tanıştığı kendisi de heykeltıraş olan Camille Claudel ile birliktelikleri yıllarca sürmüş, bu süre Rodin’in altın yılları olurken Claudel için oldukça çetrefilli bir dönem yaşanmıştır. Öyle ki, bu ilişkinin sonunda ruh sağlığı bozulan kadın, kendi eskizlerini ve heykellerini paramparça ederken, Rodin’i fikirlerini çalmak ve onu öldürme planları yapmakla suçlamıştır. En nihayetinde akıl hastanesine yatırılan Claudel ömrünün geri kalan 30 yılını burada geçirmiştir.”
“Çelişkiler, hüzünler ve sinir krizleriyle dolu otuz yılı kapatıldığı akıl hastanesinde yaşadıktan sonra 19 Ekim 1943 tarihinde yaşama veda eden Camille Claudet; sanatı elinden alınmış bir kadın heykeltıraş olarak geride bıraktığı heykelleriyle adını sanat tarihine altın harflerle kazımıştır. Camille Claudel’in hayatı ayrıca beyaz perdeye de aktarılmıştır.”

________________________________________



Kimdir bu Düşünen Adam?

Photo: Roman Suzuki via Wikimedia Commons
(CC BY 3.0)



Düşünen Adam (The Thinker) Heykeli’nin asıl adı Şair’dir (The Poet) ve bu eser sanılanın aksine başlı başına tek bir heykel değildir. Rodin’in belki de en etkileyici eseri olan Cehennem Kapıları’nın (The Gates of Hell) ufak bir parçasıdır. Bu kapı D’orsay müzesinden önce, orada yapılması düşünülen Paris Dekoratif Sanatlar Müzesi için sipariş ediliyor. Fakat müze hiç inşa edilmiyor. Daha sonra sipariş iptal ediliyor. Rodin ise çalışmalarına devam ediyor. 37 yıl atölyesinde kalan bu işlerin, öldükten sonra dökümü alınıyor. Bu süre içinde sanatçı figür denemeleri ve kabartmalar yapıyor ama tam anlamıyla bitmiyor.

Peki kimi sembolize etmektedir bu düşünceli adam? İşte bu sorunun kesin bir cevabı olmamakla birlikte halen bir tartışma konusudur. Heykelin genel hatlarıyla simgelediği düşünülen 3 isim vardır. Bunları öğrendiğimde gerçekten şaşırmıştım doğrusu.




Bu isimlerden ilki Dante. Cehennem Kapıları, Dante Alighieri'nin İlahi Komedisi'nin ilk bölümü olan Inferno'dan bir sahneyi betimliyor. Bu nedenle de heykelin üst tarafının tam ortasında bulunan düşünen adamımızın aslında Dante’yi simgelediği düşünülüyor.
İkincisi ise Adem. Cehennem kapısının üstünde oturmuş, işlediği günahı ve bu günahın insanlar üzerine düşürdüğü felaketi düşündüğü söylenmekte.
Son olarak da Rodin. Bazılarına göre Rodin kendine eserde bir yer vermiş ve yaptığı eser üzerine düşünmektedir.


Photo: deror avi via Wikimedia Commons (Public Domain)


Cehennem Kapıları üzerine yazılan hoş bir yazı okudum:
“Bu cehennem algısı tamamıyla Rodin’e aittir ve bize kendi cehennemini sunmaktadır. Kapının orta kısmında mezarlarından çıkan figürleri görmekteyiz. Figürlerin yüzeyde bir anda oluşması bize bağımsızlıklarını ifade etmektedir. Bir yandan da oluşumun hala devam etmekte olduğunu ve birden tamamlanabileceğini de hissettirmek istemiş olabilir. Figürlerde hissettiğimiz dehşet, acı gibi duygular mimikler ve vücuttaki kasların gerginliği ile ifade edilmiş.”



Düşünen Adam 1888 yılında Cehennem Kapıları’ndan ayrı olarak tek bir eser halinde sergilenmeye başlanmış. Rodin tüm eserlerinin 12 adet kopyasının yapılmasına izin verdiği halde bu heykelciğimizin birçok kopyası mevcut. Dünyanın neredeyse her yerine yayılmış ne yazık ki basitleştirilmiştir. Peki Türkiye’de nerede görebiliriz bu heykeli? Cevap basit. Bu heykelin bir kopyası Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin bahçesinde bulunmaktadır. Türkiye hariç hiçbir ülkede, Düşünen Adam Heykeli’ni bir akıl hastanesinin bahçesine yerleştirmek kimsenin aklına dahi gelmemiştir. Bir kadına yaşattığı aşk acıları neticesinde onu akıl hastanesine mahkum eden bir heykeltıraşın eserinin bugün aynı şekilde bir akıl hastanesinin bahçesinde bulunması oldukça ilginç. Aslında her zekanın ardında bir deliliğin olduğu gerçeğine bakılırsa böyle bir heykelin akıl hastanesi bahçesinde bulunması gerçekten de orijinal bir fikir. Ve heykelin asıl hikayesinden çok Türkiye’deki serüveni daha şaşırtıcı. Çünkü bu heykel üzerine çok farklı yorumlar ve eleştiriler gelmiş. Her neyse...

Left photo: Fg2 via Wikimedia Commons (Public Domain)
Center photo: Albertus teolog via Wikimedia Commons (Public Domain)
Right photo: Emw via Wikimedia Commons (CC BY-SA 3.0)


Heykelin çıplak olması Rodin’in anatomisini daha yakından incelememize olanak tanıyor. Ayrıca üzerinde kıyafet bulunmaması nedeniyle bu sanat eseri hiçbir zamana ve mekana bağlı kalmadan istediği gibi şekillenebiliyor. Bu sayede eser kalıcılığını koruyor, eskimiyor. Verdiği poz sayesinde Rodin’in Rönesans sanatçısı olan Michelangelo’dan etkilendiğini söylemek mümkün. Heykeltıraşımız sık sık İtalya’ya geziler düzenlemiş ve oradaki eserlere dikkat etmiştir. Ünlü ressamların, müzisyenlerin, heykeltıraşların ve diğer sanat türleriyle uğraşmış insanların birbirinden etkilendiğini öğrenmek her zaman beni heyecanlandırıyor. Çünkü büyük sanatçı olarak anılmadan önce bu insanlar da tıpkı bizler gibiydi. Belki aramızdan da bu sanatçılardan etkilenip büyük eserler verecek sanatçılar doğacak, onlar da başkaları için ilham kaynağı olacak. Bunu düşünmek gerçekten çok hoş ancak günümüz dünyasında sanata eskisi kadar ilgi gösterilmediğini ve büyük eserler veren sanatçıların bile eski zamanlarda olduğu kadar önemsenmeyeceğini düşünmek insanı hayal kırıklığına uğratıyor.

________________________________________




Rodin’in kendi heykeli hakkında söylediklerini de yazıma eklemem gerektiğini düşündüm:

“Guided by my first inspiration I conceived another thinker, a naked man, seated on a rock, his fist against his teeth, he dreams. The fertile thought slowly elaborates itself within his brain. He is no longer a dreamer, he is a creator."
"What makes my Thinker think is that he thinks not only with his brain, with his knitted brow, his distended nostrils and compressed lips, but with every muscle of his arms, back, and legs, with his clenched fist and gripping toes."

Photo: Smallbones via Wikimedia Commons (CC0 1.0)


Yukarıda da belirttiğim gibi yapıldığı dönemde simgelediği 3 farklı insana göre düşünceleri değişmiş heykelin. Peki ya şimdi, tam şu anda, bu yüzyılda ne düşünürdü heykelimiz? Acaba eski zamanları özlüyor mudur? Peki ya Bakırköy’deki heykelimiz ne düşünüyordur acaba... Kim bilir; belki sosyal medyadaki beğeni sayılarının neden bir anda düştüğünü düşünüyordur, belki suya yapılan zammı düşünüyordur, belki de KYK borcunu nasıl ödeyeceğini. :)